Türk Halk Edebiyatı
İnsanlığın başlangıcıyla var olan kültür, toplumlarla beraber şekillenmeye, değişmeye ve gelişmeye devam etmiştir. Kuşaktan kuşağa aktarılarak devamlılığını sağlayan kültür, insanoğlunun iletişim kurarak sözlü ve yazılı kalıplaşmış ifadelerle günümüze gelmeyi başarmıştır. İnsanın eski çağlardan kendisiyle birlikte getirdiği bu halk kültürünü inceleyen halk edebiyatı, ulusların geçmişleriyle olan bağlarının belirlenmesinde, bu alanda yapılacak çalışmalarla kültür ürünlerinin korumasına yarayan önemli bir alan hâline gelmiştir.
Halk Edebiyatı Tarihi
18. yüzyıldan itibaren derlenen masal, hikâye, fabl, mitoloji, destan, atasözü, tekerleme ve ninni gibi halkların sözlü geleneği ürünü olan anlatılar halk edebiyatı altında toplanmıştır. Batıda halk edebiyatının başlangıcı, animasyon filmlerinde kendine yer bulan masalların derleyicisi Grimm Kardeşlerin 1812 yılında yayımladığı “Ev ve Çocuk Masalları” kabul edilmektedir. Halk edebiyatının kült sözcüklerinden ve bu sahanın genel ismi olan “FOLK” kelimesi de 1846 yılında İngiliz William John Thoms tarafından ilk kez kullanılmıştır.
Türkiyede halk edebiyatı bir bilim alanı olarak 19. yüzyılın sonlarında dikkat çekmeye başlamıştı. Tanzimat dönemi aydınları halk şiirine, atasözlerine eğilerek bunları edebiyatın önemli bir parçası hâline getirdi. II. Meşrutiyet döneminde milliyetçilik düşüncesinin etkisiyle Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Mehmet Fuad Köprülü gibi isimler halk edebiyatına yöneldi. Pertev Naili Boratav, Mehmet Kaplan, İlhan Başgöz gibi araştırmacılar bilimsel incelemeler yaparak halk edebiyatını akademik bir disiplin hâline getirdiler. Üniversitelerde halk edebiyatı kürsülerinin açılmasıyla birlikte bu alan günümüze kadar gelişerek varlığını sürdürdü.
Masallar, destanlar ve efsaneler gibi merak uyandırıcı anlatılar yakında sizinle olacak.
Kültür Nedir?
Kültür, insanlık tarihiyle eşzamanlı biçimde gelişen, toplumların üyeleri tarafından hem formal hem de informal yollarla kuşaktan kuşağa aktarılan çok boyutlu bir olgudur. Bir yandan toplumsal bütünleşmeyi sağlayan birleştirici yönlere sahipken öte yandan farklı kimlikleri ve toplulukları görünür kılan ayrıştırıcı işlevler de üstlenmektedir. İçinde değerler, inançlar, normlar, sanat, hukuk ve gelenek gibi hem maddi hem de manevi unsurları barındıran kültür, toplumsal hafızanın sürekliliğini güvence altına alır. Prof. Dr. Erman Artun’un da belirttiği üzere, “Kültür, insanlığın ortak mirasıdır. Her millet; dil, kültür ve tarih mirasıyla dünyada yerini alır. Bireylerin kökleşmesini ve toplumsallaşmasını sağlayan kültür mirasları, geçmişin tanıklarıdır.” Bu yaklaşım, kültürü yalnızca bir toplumun kimliğini belirleyen unsur olarak değil, aynı zamanda insanlığın ortak değerlerini temsil eden evrensel bir miras olarak da görmeyi mümkün kılmaktadır.
Dünyada Halk Biliminin Tarihçesi
Folklor, düğün, bayram, ölüm gibi törenler; cin, peri, büyü, efsun, şeytan gibi inanç unsurları; türkü, şarkı, mâni, masal, tekerleme ve bilmece gibi halk hikayeleri; halk tiyatrosu vb. leri folklorun başlıca konularıdır.
19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan folklor kavramı, Türkçeye “Halk Bilimi” veya “Halkiyat” olarak çevrilmiştir. Bu kavramı ilk William John Thoms 1846’da Athenaeum dergisinde kullanmıştır.
Halk edebiyatı çeşitli derlemecilerin masal, hikâye ve mitoloji, ninni gibi sözlü edebiyat unsurlarının derlenmesi, coğrafi keşifler sonucu tanışılan yeni kavimlerin etkisi Avrupa’da folklor kavramının gelişiminde önemli rol almıştır.
Halk biliminde ve derlemecilikte bir dönüm noktası Grimm Kardeşler’in 1812 yılında Almanya’da derlediği “Çocuk ve Ev Masalları” eseridir. Daha önce bir sözlü kültür aracı olan masal, Kardeşler’in çalışmaları ile artık yazılı kültür unsuru da olmaya başlamıştır. Grimm Kardeşler bu masalları derlerken dinledikleri masalların varyantlarını karşılaştırarak derleme yapmışlardır.
Türkiyede Halk Biliminin Tarihçesi
Halkbilimi, toplumların kültürel kimliklerini, ortak değerlerini ve sözlü ürünlerini konu alan bir bilim dalıdır. 2003 yılında UNESCO’nun Paris’te kabul ettiği “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi”, halkbilimine uluslararası bir boyut kazandırmış, yerel kültürlerin korunmasının evrensel kültüre katkı sağladığı vurgulanmıştır.
Türkiyede halkbilimi çalışmaları, Ziya Gökalp’ın 1913’te Halka Doğru dergisinde yayımladığı yazı ile kavramsal bir çerçeveye oturmuştur. Gökalp, folklor terimine karşılık “halkiyat” sözcüğünü önermiştir. Gökalp ile birlikte Mehmed Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik, Türkiye’de halkbiliminin öncü isimleri arasında yer almıştır.
Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında halkbilimi çalışmaları çeşitli kurumlar aracılığıyla yürütülmüştür. Kurtuluş Savaşı yıllarında Maarif Vekili Rıza Nur’un girişimiyle öğretmenler ve öğrencilerden halk kültürü ürünlerini derlemeleri istenmiştir. 1924’te bir etnografya müzesi kurulmasına karar verilmiş, 1930’da Ankara’da Etnografya Müzesi açılmıştır.
1927’de Ankara’da kurulan Türk Halkbilgisi Derneği, 1932’ye kadar Halkbilgisi Haberleri dergisini yayımlamıştır. 1932’de Atatürk’ün talimatıyla Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu kurulmuş ve bu kurumlar halkbilimi alanında da çalışmalar yapmıştır. Aynı yıl açılan Halkevleri, halk müziği, halk oyunları ve halk edebiyatı ürünlerinin derlenmesine katkıda bulunmuştur.
Bu gelişmeler, Türkiyede halkbiliminin hem akademik araştırmalar hem de devlet politikaları aracılığıyla sistematik bir şekilde ilerlemesini sağlamıştır.
Folklor Kaynakları
Folklor, halkın sözlü, yazılı ve maddi kültür ürünlerinin bütününü kapsar. Bu ürünler, toplulukların yaşam biçimlerini, inançlarını, değerlerini ve estetik anlayışlarını anlamak açısından önemli veriler sunar. Folklor kaynakları genel olarak sözlü, yazılı ve maddi unsurlar şeklinde sınıflandırılabilir.
Sözlü kaynaklar, halkın belleğinde kuşaktan kuşağa aktarılan anlatı türlerini içerir. Masallar, destanlar, efsaneler, halk hikâyeleri, atasözleri, deyimler, bilmeceler, ninniler ve türküler bu gruba girer. Bu ürünler, sözlü kültür ortamında şekillenerek toplumun ortak hafızasının oluşumuna katkıda bulunur.
Yazılı kaynaklar, folklor ürünlerinin derlenerek kayıt altına alındığı veya tarihsel belgeler aracılığıyla günümüze ulaştığı metinlerden oluşur. Dede Korkut Kitabı, Köroğlu Destanı, menkıbeler, seyahatnameler ve halk hikâyesi derlemeleri bu kapsamdadır. Bu tür belgeler, sözlü ürünlerin yazıya geçirilmiş biçimlerini ya da halk yaşamını gözlemleyen metinleri içerir.
Maddi kültür unsurları, halkın gündelik yaşamında ortaya çıkan el sanatları, geleneksel kıyafetler, mimari örnekler, müzik aletleri ve halk oyunları gibi somut ürünleri ifade eder. Ayrıca ritüel ve törenler (düğün, doğum, ölüm, bayram kutlamaları, mevsimlik törenler) de folklor kaynakları arasında değerlendirilir.
İnanç ve pratikler de folklor kaynakları arasında yer alır. Halk hekimliği, nazar inançları, bereket ve bollukla ilgili uygulamalar bu alanda incelenir. Bu tür pratikler, toplumların doğa, yaşam ve ölüm karşısındaki tavırlarını anlamak açısından önemlidir.
Derleme
Derleme, dünyanın pek çok yerinde sözlü ve yazılı olarak anlatıları kayıt altına alınmasıdır.
Derlemelerde kaynak kişi veya eserler ile derleme yeri belirlenir. Derleme sahasına çıkmadan o bölgede yapılan çalışmalar ve derlenecek türler ile ilgili eserler okunup alan yazı incelenir. Bölgenin ileri gelenleri ile görüşülür ve kayıt almak için gerekli teçhizat ayarlanır.
Derlemeci türleri uzman ve amatör olarak ikiye ayrılır.
a. Uzman Derlemeci: Halk bilimi ve ilgili alanlarda eğitim almış kişilerdir.
b. Amatör Derlemeci: Halk bilimi ve ilgili alanlarda eğitim almamış kişilerdir.
Alan Araştırmasında Kullanılan Yöntemler
a. Gözlem (müşahede) Yöntemi
b. Görüşme (mülâkat) Yöntemi
c. Anket Yöntemi
d. Buldurmaca Liste Yöntemi
a. Gözlem (Müşahede) Yöntemi
Gözlem yöntemi, araştırmacının halk kültürü unsurlarını doğrudan ve yerinde incelemesini ifade eder. Bu yöntemde araştırmacı, olaylara katılarak ya da dışarıdan izleyerek veri toplar. Katılımcı gözlem, araştırmacının topluluğun bir parçası gibi davranarak kültürel pratikleri içeriden deneyimlemesine olanak tanır. Katılımcı olmayan gözlemde ise araştırmacı dışarıdan gözlemci konumunda kalır. Bu yöntem, törenler, ritüeller, halk oyunları, geleneksel el sanatları gibi canlı uygulamaların incelenmesinde sıklıkla kullanılır.
b. Görüşme (Mülâkat) Yöntemi
Görüşme yöntemi, bilgi kaynağı olan kişilerle yüz yüze yapılan sözlü iletişim sürecidir. Araştırmacı, kaynak kişilere belirli sorular yönelterek halk bilgisi ürünlerini kaydeder. Yapılandırılmış görüşmede sorular önceden hazırlanmış olur; yarı yapılandırılmış görüşmede araştırmacı esnek bir yaklaşım sergiler; yapılandırılmamış görüşmede ise konuşma daha doğal bir akışla ilerler. Halk hikâyeleri, masallar, efsaneler, inançlar ve pratikler bu yöntemle derlenir.
c. Anket Yöntemi
Anket yöntemi, geniş bir katılımcı grubundan yazılı formlar aracılığıyla bilgi toplama tekniğidir. Sorular önceden hazırlanır ve belirli bir sırayla uygulanır. Anket yöntemi, özellikle halk inanışları, günlük yaşam alışkanlıkları, bayram ve törenlerdeki uygulamalar gibi konularda nicel veriler elde etmeye uygundur. Böylece topluluk içindeki ortak eğilimler istatistiksel olarak değerlendirilebilir.
d. Buldurmaca Liste Yöntemi
Buldurmaca liste yöntemi, derleme sırasında kaynak kişilerin hafızasını harekete geçirmek için kullanılan yardımcı bir tekniktir. Araştırmacı, konuyla ilgili sözcükler, deyimler, atasözleri veya tür adları içeren listeler hazırlar. Kaynak kişiden bu liste üzerinden hatırladıklarını aktarması istenir. Bu yöntem, özellikle atasözleri, deyimler, yer adları, halk hekimliği uygulamaları gibi belleğe dayalı ürünlerin kayıt altına alınmasında etkilidir.
Halk Bilimi Kuramları
1. Evrimci Kuram
19. yüzyılda Edward B. Tylor ve James G. Frazer gibi antropologların etkisiyle gelişmiştir. Bu kurama göre halk kültürü ürünleri, insanlığın düşünce ve inanışlarının ilkel dönemlerinden kalma kalıntılardır. Folklor ürünleri, modern toplumlarda geçmişin “arkaik” izleri olarak değerlendirilir.
2. Tarihsel-Coğrafi Kuram (Fin Kuramı)
19. yüzyılın sonlarında Finlandiya’da ortaya çıkmıştır. Julius Krohn ve oğlu Kaarle Krohn tarafından sistemleştirilmiş, daha sonra Antti Aarne tarafından geliştirilmiştir. Bu kuram, halk anlatılarının kökenini ve yayılış yollarını araştırır. Bir metnin en eski ve orijinal biçimini bulmak için varyantları coğrafi olarak karşılaştırır.
3. Tarihsel-Milletlerarası Kuram
Bu yaklaşım, halkbilimi ürünlerinin farklı milletler arasında benzerlik gösterdiğini vurgular. Axel Olrik’in “epik yasalar”ı bu kuramın önemli katkılarındandır. Olrik, halk anlatılarının belirli yapısal yasalara uygun olarak şekillendiğini ileri sürmüştür.
4. Fonksiyonalist Kuram
Bronislaw Malinowski ve Radcliffe-Brown’un sosyal antropolojide geliştirdiği işlevsel yaklaşım, folklor ürünlerine de uygulanmıştır. Buna göre folklor, toplumsal düzenin sürdürülmesinde işlev görür. Masallar, efsaneler, ritüeller ve inanışlar bireylere toplumsal değerleri aktarma görevi üstlenir.
5. Psikanalitik Kuram
Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung’un yaklaşımlarından etkilenmiştir. Folklor ürünleri, bireylerin bilinçaltındaki arzuların, korkuların ve arketiplerin yansıması olarak yorumlanır. Özellikle masallar ve mitler, psikolojik çözümleme için temel kaynak kabul edilir.
6. Yapısalcı Kuram
Claude Lévi-Strauss ve Vladimir Propp’un çalışmaları bu yaklaşımın temelini oluşturur. Propp, Rus masallarında işlevleri analiz ederek anlatıların ortak yapısını ortaya koymuştur. Lévi-Strauss ise mitlerin karşıtlıklar (ikili zıtlıklar) üzerinden çözümlenebileceğini savunmuştur.
7. Performans Kuramı
20. yüzyılın ikinci yarısında Richard Bauman ve Dan Ben-Amos tarafından geliştirilmiştir. Bu kuram, folkloru yalnızca metin olarak değil, icra edilen bir olay olarak görür. Anlatıcı, dinleyici, zaman ve mekân gibi unsurlar folklorun anlaşılmasında belirleyicidir.
8. Mit – Ritüel Kuramı (Myth-Ritual Theory)
Bu kuram, mitler (kutsal hikayeler) ile ritüeller (dinsel törenler) arasında köklü ve ayrılmaz bir bağ olduğunu savunur. Temel argümanı, ritüellerin genellikle mitlerin sahnelenmesi, mitlerin ise ritüellere anlam ve meşruiyet sağlaması şeklindedir. İkisinin de aynı kutsal gerçekliği ifade etmenin farklı yolları olduğu düşünülür.
9. Tarihi – Kültürel Halk Bilimi Kuramı (Historical-Cultural School)
"Finnish School" veya "Tarihî-Coğrafi Yöntem" olarak da bilinir. Bu kuram, halk anlatılarının (özellikle masalların) kökenini, yayılım yollarını ve bu süreçte geçirdiği değişimleri nesnel ve karşılaştırmalı bir yöntemle tespit etmeyi amaçlar. Amacı, bir anlatının tüm varyantlarını coğrafi ve tarihsel olarak inceleyerek onun hipotetik "orijinal" formuna (Urform) ulaşmaktır.
10. Biyolojik Halk Bilimi Kuramı
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve günümüzde geçerliliğini yitirmiş bir yaklaşımdır. Bu kuram, halk geleneklerinin ve anlatılarının, tıpkı biyolojik özellikler gibi, ırsiyet (soydan geçme) yoluyla aktarıldığını iddia ediyordu. Kültürel yayılma (diffüzyon) yerine biyolojik kalıtımı vurguluyordu.
11. Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı
Bu kuram, özellikle 19. yüzyılda popüler olmuştur. Buna göre, halk kültüründeki (folklor) birçok unsur, aslında geçmişteki yüksek/seçkin sınıfların (aristokrasi, yönetici elit) kültürünün "dibe batmış" (sunken), basitleştirilmiş ve halka mal olmuş kalıntılarıdır. Halkın kendi yarattığı özgün ürünlerden ziyade, üst kültürden süzülüp gelmiş arkaik ögeler olarak görülür.
12. Kültürlerarası Çaprazlama Kuramı (Theory of Cross-Cultural Diffusion)
Bu kuram, kültürlerin birbirleriyle teması sonucu kültürel unsurların (masal, motif, inanç, âdet) bir kültürden diğerine yayıldığını (diffüzyon) vurgular. Kültürlerin kapalı sistemler olmadığını, göç, ticaret, savaş gibi yollarla sürekli bir alışveriş içinde olduğunu savunur. Benzer motiflerin dünyanın farklı yerlerinde bulunmasını, bağımsız yaratımdan ziyade bu kültürlerarası yayılmaya bağlar.
13. Yığın Kültürü Kuramı (Mass Culture Theory)
Bu bir halk bilimi kuramından ziyade, 20. yüzyılda endüstriyelleşme ve medyanın yükselişiyle ortaya çıkan bir kültür eleştirisi kuramıdır. Halk bilimi bağlamında, "otantik", "geleneksel" ve "topluluk temelli" olarak görülen halk kültürü (folk culture) ile medya endüstrisi tarafından standartlaştırılarak kitlesel tüketim için üretilen "yığın kültürü" (mass culture) arasında bir ayrım yapar. Bu kuramcılar, yığın kültürünün otantik halk kültürünü yozlaştırdığını ve yok ettiğini savunur.
HALK EDEBİYATINDA ANLATMALIK TÜRLER
Halk edebiyatı, temelinde sözlü geleneği ve sözlü anlatıları ele alan, sözlü kültür ortamında bireylerin karşılıklı ilişkileri sonucu gerçekleşen, gelişen bir disiplindir. Bu ilişkide bir anlatıcı/anlatan, anlatılan ve dinleyen üçgeni bulunmaktadır. Bu birliktelik sözlü geleneği ve anlatmalık türlerin oluşum sürecidir.
1. Halk Edebiyatının çoğunlukla bir ya da birkaç kahramanın başından geçen bir olayı geleneksel tavır ve tarzda anlatmaya dayalı olan türlerine, “anlatmalık türler” adı verilir. Türk Halk Edebiyatında anlatmalık türlerin icracıları “destancı”, “hikâyeci âşık” ve “masalcı” “masal anası” isimlerle anılmaktadır. Bu tür geleneksel sanatçılar gelenek içinde ve usta-çırak ilişkisine göre yetişirler ve sanatlarını geleneksel icra bağlamlarında icra ederler.
Halk edebiyatında anlatmaya dayalı anonim türler arasında mitler, masallar, efsaneler, halk hikayeleri, destanlar ve fıkralar en yaygın bilinen anlatı türleri arasında yer almaktadır. Bu anlatı türleri nesilden nesile aktarılmış ve günümüze kadar gelmiştir.
MİT-MİTOLOJİ
Mitler her ne kadar masal, halk hikâyesi ve epik destan gibi yapısı bakımından kesinleşmiş sayılabilecek bir şekle sahip değillerse de bir cümlelik bir halk inancından yüzbinlerce mısralık epik destanlara kadar oluşturulan anlatıların dünya görüşünü oluşturmak bakımından son derece önemlidir.
İnsanlık var olmaya başladığından beri hayatı, dünyayı ve yaşadığı evreni anlamlandırmaya, anlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda insanın evreni anlamasını sağlayan bu kutsal olarak kabul edilen metinlere “mit” denmiştir. Mitler kozmosla (yaratılış) başlayıp kaos (kıyamet) ile biter. Bu iki aralık içerisinde insanların, özellikle tanrısal varlıkların olağanüstülüklerinin anlatıldığı öyküler veya kutsal kabul edilen metinlerdir. Her milletin kendi inanç sistemine göre varlığını karşımıza çıkar. Bu aktarımların genel olarak bilinen özellikleri şunlardır:
1) Mitoslar, olağanüstü varlıkların öyküsüdür.
2) Bu öyküler gerçek ve kutsal kabul edilir.
3) İnsana özgü eylemlerin kökenini oluşturur.
4) Kozmos(evren) kaosu(kıyamet-kargaşa), kaos kozmosu doğurur.
5) İnsan, miti bilmekle nesnelerin kökenini bilir, hareketlerini bu mitlerle şekillendirir.
Mitler dogmanın temelidir ve çoğunlukla kutsal ve törenlerle ilgilidir. Mitlerin temel karakterleri daha önce de işaret ettiğimiz gibi insanoğlu değildir ancak mitleri gerçekleştiren tanrısal, olağanüstü karakterler, insan tavır ve davranışlarını sergilerler. Mitler, dünyanın, insanın, diğer varlıkların, coğrafi şartların oluşumunu, kaynağını ve niteliklerini, dinsel törenleri, törensel araçların ayrıntılarını ya da tabuların neden incelenmesi gerektiğini açıklarlar.
İnsanlık tarihinin en eski devirlerinden beri, insan toplulukları “yüce” saydıkları kavram, olay ve ataları, ölüleri, ölüm, doğum, efsane kahramanları başta olmak üzere “kutsal” olarak niteledikleri hayvanlara, dağ, kaya, su, güneş, ay, yıldız vb. tabiî unsurlara karşı, özü itibariyle inançtan kaynaklanan ve birbirleriyle gevşek de olsa ilişkili olarak bir davranışlar örgüsü oluşturan ve kült olarak nitelendirilen inanç ve pratikler ortaya koymuşlardır. Bunların temelinde yatan inançların işlevsel olarak yapısı, “kötü” olarak nitelendirilenlerden korunma, “iyi” olarak nitelendirilen unsurlara yakınlaşma ve esirgenmeyi amaçlayan inanç ve bağlılık göstermek esasına dayalı bir örnek üzerine kalıplaşmış, “ritüel” veya “rit” karakterinde olmalarıdır.
Kısaca Türk Mitolojisi...
Dünyanın en zengin mitlerinden birisi olan Türk mitolojisi, değişen coğrafyalar, dinler ve ilişkiler sonucunda farklı kollara ayrılmasından dolayı çalışılması ve derlenmesi zor olan bir sözlü kültür kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk mitolojisinin en önemli kaynağı, kültüre özel duygu, düşünce ve tecrübelerin taşıyıcısı olan bizzat Türk dilinin kendisidir. Bu yüzden Türk mitlerine ait pek çok inanç ve kalıplaşmış davranışların izlerini ve niteliklerinin pek çoğunu dilimize ait tarihsel ve güncel malzemeden takip etmek mümkündür. Türkçeden başka, başta Çin kronikleri gibi komşularının Türkler ve Türk kültürü hakkında- ki kayıtları ve daha sonraki dönemler için gezginlerin seyahatnameleri de Türk mitlerinin yazılı kaynakları arasındadır. Türk sözlü kültüründe yer alan destanlar, efsaneler, masallar, atasözleri, deyimler, alkışlar, kargışlar, bilmeceler, töreler, gelenekler, görenekler ve halk inançları gibi sözlü kaynaklarda da Türk mitleriyle ilgili son derece zengin bilgiler yer almaktadır.
TÜRK MİTOLOJİSİNDE KUTSAL KABUL EDİLEN HAYVANLAR
Eski Türk inancı doğa temelli bir inanç sistemi olup özellikle bazı canlılar özellikleri gereğinde kutsal görünmüştür. Bu canlıların bazıları ongun kabul edilmiştir. Ongunlar boyları koruduğuna inanılan, kutsal kabul edilen hayvanlara ve varlıklardır. Bir nevi totem özelliği gösterilen ongunlar özellikle kurt, kaplan, dağ keçisi, koç, geyik, boğa, at, kartal, şahin, doğan olarak karşımıza çıkmaktadır. Son zamanlarda çeşitli haberler ve sosyal medya etkisi ile bu ongunlar arasında geyik öne çıkmaktadır.
Bahaddin Ögel, geyiğin eski Türk destanlarında “kutlu ana geyik” olarak geçtiğini, özellikle doğurganlık ve soy türetme işlevi taşıdığını belirtir. Yine geyik karşımıza bilgeliğin, yol gösterici ve uyarıcı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Boğa ongunu ise anlatılarda evrenin taşıyıcısı, bereketin sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle kurban törenlerinde kullanılan boğa, şaman davullarında yer almaktadır.
Eski Türk inancında kaplan ormanların koruyucu iyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine kaplan cesaret ve yiğitlikle ilişkilendirilmiştir. Özellikle Altay ve Sibirya sahasında karşımıza çıkan kaplan ongunu, Anadolu sahasında yiğitlik sembolü olarak gösterilmiştir. Fuzuli Bayat Türk Mitoloji Sistemi eserinde kaplanın şaman inancında kötü ruhlarla mücadelede güçlü bir yardımcı olarak görüldüğünü aktarır.
MASAL
Evrensel olarak en yaygın Anonim Halk Edebiyatı ürünlerinin başında masallar gelmektedir. Türkçeye, halk dilinde yaygın olarak “öğüt” anlamındaki Arapça “mesel” kelimesinin anlam ve söyleyiş değişikliğine uğramasıyla geçtiği yaygın olarak kabul edilmektedir. Bu kendine has sözlü edebiyat özelliklerine sahip bir anlatmalık tür, Türkçede XIX. yüzyıldan beri “masal” olarak adlandırılmaktadır. Masal türüne XIX. yüzyıla kadar Türkiye’de ve Balkanlar’da “kıssa”, “destan”, “hikâye”, “hekat”, “mesel” gibi adlar da verilmiştir. Türkiye dışında ya- şayan diğer Türk topluluklarında ise masal yerine Türkistan’da “erteği”, “ertek”; Azerbaycan’da “nagıl”; Çuvaşlarda “hallap”; Uygurlarda “ötünç” (öğüt verici hikâye) terimleri kullanılmaktadır.
Masallar, insanlık tarihinin en eski sözlü edebiyat türleri olan mitler, epik destanlar ve efsanelerin karşısında onlara âdeta antitez olan bir anlatım türüdür. Bilindiği gibi mitler, epik destanlar ve efsaneler âdeta “mutlak doğru” ve “gerçek tarih” imişcesine inanılarak anlatılan anlatım türleridir. Anlatılanların “gerçek olduğuna inanılması” bu sözlü edebiyat türlerinin en önemli ve tür belirleyici özelliğidir. Masallarsa gerçekte olması muhtemel olmayan olayların gerçekleştiği anlatı türü tanımı ile karşımıza çıkmıştır.
TÜRK MASALLARI
Türk masallarının yapısı döşeme, olay ve dilek olarak adlandırılan üç bölümden oluşur. Birinci ve üçüncü kısımlar az veya çok bir- birine benzeyen kalıplaşmış ifadeler olan tekerlemelerden oluşur. Bu nedenle birinci ve üçüncü kısımlar Türk masallarının büyük bir çoğunluğunda ortaktır.
A. Türk Masallarının Yapısı:
a. Döşeme: Masalcının dinleyicileri masal atmosferine ve masal biçimindeki iletişim ve etkileşim şekline hazırladığı bölümdür. Döşeme bölümünde ma- salcı çoğunu gelenekten öğrendiği ve bu örneklere uygun olarak kendisinin de yarattığı ya da naklettiklerine bazı unsurlar kattığı başlangıç veya masala giriş tekerlemeleri söyler. “Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çok- muş. Evvel zaman içinde deve tellal iken, sıçan berber iken, ben on beş yaşında iken, anamın babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken var varanın sür sürenin destursuz bağa girenin hali budur hey... Yananı Sefa, Bekri Mustafa, kaynadı kafa... Ak sakal kara sakal, yeni berber elinden çıkmış bir taze sakal... Kasap olsam sallayamam satırı, nalbant olsam nallayamam katırı, hamamcı olsam dost ahbap hatırı... Birisi benim kârım değil doğru kelâm, bir gün başıma yıkıldı hamam...” örnek verilebilir.
b. Olay: Masalın asıl bölümüdür. “giriş”, “gelişme” ve “sonuç” olarak üç kısımdan oluşur. Masalcının asıl söz ve hikâye etme gücünü ortaya koyacağı yer bu bölümdür. Yine bu bölümde de yer yer tekerlemelere, deyişlere yer verilir. “az gider uz gider; konarak, göçerek lale sümbül biçerek gider”, “Manastır’dan Tire’den, ben söyleyim buradan, siz dinleyin oradan...” gibi tekerlemeler bulunur.
Masal içinde anlatılan bir olaydan başka olaya geçişi sağlayan bu tekerlemeler “bağlayış” veya “geçiş formelleri (tekerlemeleri)” adıyla da bilinir. Bunlara örnek olarak “Uzatmayalım kameti, koparırız kıyameti”, “çok işlerde hikâyeler uzun gider, ustalar tez bağlarlar” verilebilir.
c. Dilek: Dilek kısmında da masalcı kalıplaşmış sözler veya tekerlemeler söyler. Masalın sonunda masal hemen herkesin kabul edebileceği ve katılabileceği güzel bir sonuca bağlanır. Oluşan bu birlik ve birliktelik ruhunu pekiştirecek mahiyet- te, masalcı masal kahramanlarının başlarına gelen mutlu son ve sonucu, şans ve bahtlarını dinleyicileri için de dilemeye başlar. Dilek kısmında söylenen tekerlemelere, “Onlar ermiş muradına, darısı buradakilerin başına” veya “Gökten üç elma düşmüş, görenlerin başına, birisi bu masalı düzüp koşana, birisi oturup dinleyene, birisi de anlatana...”
B. Türk Masal Kahramanlarının Özellikleri:
Masallarda olumlu olduğu düşünülen ve yaşatılması istenilen değerler yüceltilir, olumsuz bulunan ve onaylanma- yan davranışlar da kötülenir. Bu amaca yönelik olarak yaşatılmak istenilen, yüceltilen değerler belirli kahramanlarda yaşatılır. Buna bağlı olarak masallarda iyi tipler ortaya çıkar. Bu iyi masal tipleri idealleştirilerek toplumda benimsenen ve herkes tarafından alkışlanan kişilik özellikleri kazanırlar. Masallarda, olumsuz bulunan, onaylanmayan ve kötülenen düşünce ve davranışlar da kötü tiplerle anlatılır. Kötü masal tipleri, iyi masal kahramanı tiplerinin iyiliklerini iyice ortaya çıkaracak şekilde karşıtlık veya zıtlıklar sağlarlar. Böylece iyi ile kötünün rekabetini ve mücadelesini ortaya koyarlar. Örneğin Keloğlan iyiliğin, zekanın ve kurnazlığım sembolüyken cadı kötülüğün, iki yüzlülüğün sembolüdür.
Avrupa masallarında cadı süpürgeye binip kötülük saçarken Türk masallarında sinirli bir karaktere sahip olan cadılar, küplere binerek türlü kurnazlıklar yaparlar. Küplere binmek deyimindeki bu küp, depolama maksadı ile kullanılan küplerdir.
Türk masallarını anlatanlar genellikle masal anaları olduğu için anlatılarda kadın karakterler daha çok yer edinmiştir. Bu kadın karakterler daha çok hamilelere, hayvanlara ve yeni evlilere kötülük yapan demonlardır. Örneğin hâlâ halk arasında varlığına inanılan ve çeşitli şekilde betimlemeleri yapılan “alkarısı” buna en güzel örnek olacaktır. Geceleri ahırlara girip atların kuyruklarına, özellikle yelelerine kördüğüm atar. Yeni doğum yapmış lohusa kadınlara musallat olur ciğerlerini alıverir. Kırmızı renkten ve kırmızı renkli nesnelerden, demir ve tüfek sesinden korkar.
Türk Masal Anlatma Geleneği: Masallar toplum- sal değerleri konu edinirler ve anlatıldıkları toplumun değerlerini ve dünya görüşü doğrultusunda inanışlarını, özlemlerini ve hayallerini yansıtırlar. Masallarda insanların özlemlerini, sevinçlerini, hayallerini, korkularını, üzüntülerini, dileklerini, yaşam biçimlerini ve endişelerini görmek mümkündür. Masallar, insanları eğlendirmek, eğitmek ve topluca yapılan işe odaklanmasını ve kolayca hep birlikte çalışmasını sağlamak, toplumsal istekleri dile getirmek ve insanların hayal gücünü geliştirmek gibi işlevlere sahiptir. Günümüzde masallar, öğretirken eğlendirme aracı olarak ilköğretim düzeylerinde okutulmaya, değerler eğitimi uygulamalarında örneklerle verilmektedir.
EFSANE
Tükçede efsane, Batı dillerinde Latince “legendus” kökünden kaynaklanan “legend” olarak bilinen sözlü kültür ortamında yaratılan ve sözlü edebiyat geleneğinin bir türü olan efsanenin en yaygın olarak kabul gören tanımı “gerçek veya hayali şahıs, hâdise veya yer hakkında gerçek olduğuna inanılarak anlatılan hikâye” şeklindedir. Bu kısa ve özlü tanımında yer alan unsurdan hareketle sistematik bir biçimde tanımlanışı şu şekildedir:
1. Anonimdir: Söyleyeni belli değildir, halkın ortak ürünüdür.
2. Gerçeklik inancı vardır: Masallardan farklı olarak dinleyenler, efsanedeki olayların bir zamanlar gerçekten yaşandığına inanır.
3. Yer ve zaman unsuru vardır: Efsaneler genellikle belirli bir yer (dağ, göl, türbe, köy) ve bazen tarihsel bir dönemle ilişkilendirilir.
4. Kutsal ve doğaüstü varlıklar bulunur: Periler, cinler, yatırlar, kutsal kişiler, doğaüstü kahramanlar önemli bir yer tutar.
5. Olağanüstülük ile gerçeklik iç içedir: Tarihî olaylarla doğaüstü ögeler harmanlanır.
6. Toplumun inanç sistemini yansıtır: Dinî, millî ve ahlaki değerleri pekiştirir.
7. Kısa ve yoğun anlatımlıdır: Uzun bir kurgu yerine çarpıcı ve etkili bir şekilde aktarılır.
8. Nesilden nesile aktarılır: Sözlü geleneğin devamı olarak yaşar.
9. Amaç öğretici ve açıklayıcıdır: Yer adlarının, tabiat olaylarının, bazı yasakların nedenini açıklamak için anlatılır.
TÜRK EPİK DESTAN GELENEĞİ
Destanlar yapı bakımından yiğitlik, cesaret ve cengaverlik gibi konuları ele alan bir anlatı türüdür. Türk anlatıcılığı geleneğinde en çok görülen metinlerden olan destanlar dönemlerine göre ayrılır.
Eski Türk Destanları
Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı, Atilla Destanı, Bozkurt Destanı, Göç Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı ve Oğuz Kağan Destanı yer almaktadır.
Yeni Türk Destanları
1) Kahramanlık Destanları: Kahramanın yerini, yurdunu düşmanlara karşı koruduğu ve âşık olduğu kızı elde ederek evlendiği bu destanlar asıl kahramanlık destanları olarak bilinir. Manas Destanı, Köroğlu Destanı örnekler olarak verilebilir.
2) Tarihî Destanlar: Konu ve kahramanlarını tarihî şahsiyetler ve tarihî olayların oluşturduğu kahramanlık destanlarına tarihî destanlar adı verilir. Tarihî destanlara, Battal Gazi Destanı, Danişment Gazi Destanı, Sarı Saltuk Destanı, Genç Osman Destanı örnek olarak verilebilir.
Türk destan geleneğindeki başlıca tipler ve taşıdıkları tipolojik özellikleri şu şekilde sınıflandırılabilir:
1) Alperen Tipi: Destanlardaki baş kahraman son derece güçlü yenilmez bir alp yiğit olmasının yanı sıra, davası ve toplumu için kendisini feda edecek kadar da bireyselliği aşmış, toplumcu bir dünya görüşüne sahip, eren özellikleri de gösteren bir alperendir. Onun düşmanlarıysa en az onun kadar fizik gücüne sahip olmakla birlikte, kişisel menfaatlerini ön planda tutan, bu yönleriyle de eksik ve zayıf olup yenilen karşı kahramanlardır.
2) Kahramanın Atı Tipi: Destanlarda en az başkahraman kadar önemli bir tip de kahramanın atıdır. Hemen hepsi mitolojik göl, ırmak ve denizlerde ya-şayan mitolojik bir aygırın aştığı kısraktan doğan gereğince bakıldığında kanatlanıp uçabilen “tulpar” at özelliğine sahiptir. Yalnızca sahibiyle konuşabilirler ve onu kurtarmak için çeşitli yollara ve hilelere başvurabilirler.
3) Bilge Devlet Adamı Tipi: Türk destanlarında bağımsız düşünür tipi yoktur. Türk destanlarında bilge devlet adamı vardır ve bilgisini uzmanlığını devletin geleceği için kullanır.
4) Kadın Tipleri: birkaç Türk destanının baş kahramanı kadındır. Bunu anaerkil yapının uzantıları olarak görmek mümkündür. Bunların dışındaki kadın tipleri kahramanın sevgilisi ideal kadın tipini yansıtır. Bunlar dışında, âşık olup fedakârlık yapanlarla dedikoducu, tembel beceriksiz entrikacı olumsuz kadın tipleri de yer almaktadır.
Yorum Yap
E-posta hesabınız yayımlanmayacak.
Yorum Bulunamadı !